Size bir sır vereyim... Ruhun özüne döndüğünün ilk işareti öfke duygusunu kontrol altına almaktır... Rahmi ERGÜN
Bir insanın ruhunun özüne döndüğünün en belirgin işareti, öfke duygusunu kontrol altına almasıdır.
Öfke, içimizde yanan bir ateş gibidir; eğer kontrolsüz bırakılırsa, her şeyi küle çevirebilir.
Ancak, bu ateşi bir arifin ışığı gibi kullanmayı öğrenirsek, yolumuzu aydınlatan bir fener olur.
Bir düşünün, su kenarında duran bir taş gibi sakin olmak, öfke dalgaları üzerimize çarptığında sükunetle direnmek.
Bu taş, fırtınalı günlerde bile yerinden oynamaz, suyun akışıyla biçimlenir ama kırılmaz.
Benzer şekilde, biz de öfkeyi bir sel gibi üzerimize çektiğimizde, aslında bizi daha derin bir geçmişe bağlayacak olan yumuşak bir köprü örebiliriz.
Peki ya öfkenin bu potansiyel enerjisinden yararlanmayı başarsak?
Kendimizi eğiterek, içimizdeki bu fırtınayı bir barajda toplanan su gibi biriktirip, onu enerjiye dönüştürsek?
Doğanın bir parçası olan ağaçlar gibi; rüzgar ne kadar güçlü eserse essin, köklerimize daha sıkı sarılıp, dallarımızla göğe dokunabiliriz.
Burada mesele, öfkeyi yok etmek değil, ona yeni bir kimlik kazandırmaktır.
Bir savaşçı gibi, öfkemizi kılıcımız değil de kalkanımız yapmaktır.
Öfkeyi kontrol altına almak, aslında içsel bir devrim başlatmaktır.
Her defasında biraz daha fazla içsel huzuru bulur, ruhumuzun özüne doğru bir adım daha atarız.
Bu yolculuk, tıpkı bir tırtılın kozaya girip, zamanı geldiğinde muhteşem bir kelebeğe dönüşmesi gibidir.
Unutulmamalıdır ki, ruhun özgürlüğünü bulması, öfke zincirlerini kırarken başlar.
Kendi içimizdeki sükuneti keşfettikçe, hayatın sunduğu güzellikleri daha derinden deneyimleriz.
Sonuçta, öfkeden doğan enerjiyi yaratıcı bir güçle dönüştürmek, ruhun en saf haline bir kapı aralamaktır.
Öfke, içimizde yanan bir ateş gibidir; eğer kontrolsüz bırakılırsa, her şeyi küle çevirebilir.
Ancak, bu ateşi bir arifin ışığı gibi kullanmayı öğrenirsek, yolumuzu aydınlatan bir fener olur.
Bir düşünün, su kenarında duran bir taş gibi sakin olmak, öfke dalgaları üzerimize çarptığında sükunetle direnmek.
Bu taş, fırtınalı günlerde bile yerinden oynamaz, suyun akışıyla biçimlenir ama kırılmaz.
Benzer şekilde, biz de öfkeyi bir sel gibi üzerimize çektiğimizde, aslında bizi daha derin bir geçmişe bağlayacak olan yumuşak bir köprü örebiliriz.
Peki ya öfkenin bu potansiyel enerjisinden yararlanmayı başarsak?
Kendimizi eğiterek, içimizdeki bu fırtınayı bir barajda toplanan su gibi biriktirip, onu enerjiye dönüştürsek?
Doğanın bir parçası olan ağaçlar gibi; rüzgar ne kadar güçlü eserse essin, köklerimize daha sıkı sarılıp, dallarımızla göğe dokunabiliriz.
Burada mesele, öfkeyi yok etmek değil, ona yeni bir kimlik kazandırmaktır.
Bir savaşçı gibi, öfkemizi kılıcımız değil de kalkanımız yapmaktır.
Öfkeyi kontrol altına almak, aslında içsel bir devrim başlatmaktır.
Her defasında biraz daha fazla içsel huzuru bulur, ruhumuzun özüne doğru bir adım daha atarız.
Bu yolculuk, tıpkı bir tırtılın kozaya girip, zamanı geldiğinde muhteşem bir kelebeğe dönüşmesi gibidir.
Unutulmamalıdır ki, ruhun özgürlüğünü bulması, öfke zincirlerini kırarken başlar.
Kendi içimizdeki sükuneti keşfettikçe, hayatın sunduğu güzellikleri daha derinden deneyimleriz.
Sonuçta, öfkeden doğan enerjiyi yaratıcı bir güçle dönüştürmek, ruhun en saf haline bir kapı aralamaktır.
Yorumlar