Evrenin derinliklerinde bir müzik çalıyor; zamanın şarkısı, ruhun ince sızılarına dokunan bir melodi gibi.
Bu melodi, frekanslar ve titreşimler arasında yankılanarak ruhu sarıyor.
Ruh, adeta bir göl üzerinde savrulan yapraklar gibi, bu titreşimlerin oluşturduğu sınırlarda gezinmekte.
Evrenin bir sahne olduğunu hayal edin; zaman ise bu sahnedeki görünmez şef.
Her şey bir notaya dönüşüyor: bir kelebeğin kanat çırpışı, bir yaprağın yere düşüşü, ya da bir dalganın sahile vurması.
Bu notalar aslında zamana ait melodinin parçalarıdır ve ruh bu melodiyle dans etmeye zorlanır.
Bir metronom gibi, hayatın ritmi ruhu bir oraya bir buraya yönlendirir.
Bazısı bu ritimde huzur bulur, tıpkı bir çocuğun ninniyle sakinleşmesi gibi.
Diğerleri ise bu titreşimlerin karmaşasında kaybolur, akıntıya kapılan bir yaprak gibi.
Titreşimler sadece ruhun doğasında değil, tüm varoluşun temelindedir.
Hücrelerimiz titrer, atomlar dans eder ve evren kendini genişletir.
Her şeyin bu titreşimler ve frekanslar tarafından bağlı olduğu bir çember düşünün.
Ruh bu çemberin içinde salınır, bazen ritmi yakalar, bazense bu yankıların içinde kaybolur.
Tüm bunlar, zamanın metronomunun belirlediği, sonsuz bir orkestranın parçası olmaktan başka bir şey değil.
Ruh, bu titreşimler ve sınıflar arasında kendine bir yol bulmak için çabalar.
Bu çaba, aslında evrensel bir denge arayışının bir parçasıdır.
Kimileri için bu denge, yavaşça akan bir nehir gibi huzur verir.
Diğerleri içinse bu melodi, fırtınalı bir denizin dalgaları gibi çıkar, zorluk ve mücadeleyle doludur.
Ancak sonuçta her ruh, bu muhteşem senfoninin bir parçası olmaktan kaçamaz.
Ruhun zamanın oluşturduğu titreşimlerle dolu bu zorlu yolculuğu, aslında evrendeki en büyük dansın bir parçasıdır.
Yorumlar