Geceleri, yıldızların altında sessizliğin hüküm sürdüğü o anlarda, görünmez titreşimler ruhlarımızı adeta bir müzik aleti gibi akort eder.
Bu titreşimler, yaşamın derinindeki sırlara dokunan ve insanın iç dünyasındaki karmaşayı yatıştıran birer melodi gibidir.
Kimi insanlar bu frekansların etkisini, örümcek ağı gibi ince ve karmaşık yapılar olarak görsel bir biçimde deneyimler.
Tıpkı rüzgarın ağaçların yaprakları arasında melodik bir senfoni yaratması gibi, bu frekanslar da ruhumuzun gözle görülmeyen tellerine dokunur.
Eğer bir kişi, içinde dizginlenememiş duygu yoğunlukları taşıyorsa, bu frekanslar onun için henüz var olmayan dünyaların kapısını aralar.
Bu durum, suyun içinde beklenmedik çalkantılar yaratan bir taş atılmasına benzer.
Çocukluklarından kalma izler, derinlerde saklı travmalar, ertelemeye çalıştığı duygular, bu gece müzikleriyle yüzeye çıkar.
Zihnimizin karmaşık yapıları, tıpkı bir orkestra gibi, her gece bu frekanslarla uyum içinde yeniden düzenlenir.
Bazen bir rüya gibi, bazen ise sadece bir his olarak var olurlar.
Bu düzenlemeler sonunda, aslında henüz oluşturmamış olduğumuz imgeler, düşünceler ve telkinler zihnimizde bir bütün oluşturur.
Uyku, bu zihinsel senfoninin notalarını toplar ve ruhumuza huzur getirir.
Ancak, uykusuz gecelerin ışığında, psikotik bir bireyde bu düzenin nasıl bozulduğunu görebiliriz.
Orkestra sessiz kaldığında, tempo kaybolur ve davranışlar normalleşir.
Çünkü gecelerin büyülü frekansları, ruhumuzun derinliklerine inen birer rehberdir.
Bu yüzden, her geceyi tekrardan bir başlangıç olarak düşünmeli ve bu senfoninin ritmiyle uyumlu yaşamayı öğrenmeliyiz.
Geceyi dinleyenler için dünyamız, varoluşun en derin anlamlarına açılan bir kapıdır.
Yorumlar