Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bedensel doyum yanılsamadır... Rahmi ERGÜN

DOYUM YERİNE YANILSAMA: NESNELERİN EGEMENLİĞİ Hayat boyunca aradığımız tatmin, bir serap gibi, her an yanılıp peşinden koştuğumuz bir yanılsamadır. Her yeni nesne, her yeni arzu, aslında bizi tatminin ötesine taşımaktan öte, yanılsamanın daha derin bir katmanına sürükler. Bedenin açlığı, ruhun susuzluğundan farklı değildir; ancak her lokma, içimizde büyüyen bir boşluğu daha da genişletir. Bir telefon, bir kıyafet ya da yeni bir teknoloji ürünü; her biri bizi kısa süreliğine doyurur gibi görünse de, ardında derin bir açlık bırakır. Çünkü bu nesneler, gerçek tatminin yerini dolduramaz; yalnızca geçici bir yanılsama sunar. Doyum arayışımızda tükettiğimiz her şey, aslında eksik kalan derin bir ihtiyacın sembolüdür. Hayat, bir alışveriş merkezi gibi; ihtiyacımız olan gerçek sevginin, huzurun ve tatminin parayla alınamayacağını unuttuğumuz bir yerdir. Her satın alınan şey, aslında derinlerdeki yalnızlık ve tatminsizliğin üzerini örtmeye çalıştığımız bir perde gibidir. Bu perde, bizi kısa sü...

Osmanlı Devleti dediğimiz devlet tartarya devletinin Asya kolu idi... Rahmi ERGÜN

OSMANLI VE TARTARYA: ASYA'NIN İKİZ AYNASI Tarih sahnesi, büyük bir tiyatro gibidir; her bir devlet, bu sahnede kendi rolünü oynar. Osmanlı Devleti ve Tartarya Devleti, bu tiyatronun aynı perdesinde yer almış iki oyuncudur. Osmanlı Devleti'nin Asya kolu olduğunu ileri süren bu görüş, tarihsel ve kültürel benzerliklerle desteklenir. Orta Asya'nın uçsuz bucaksız bozkırları, iki imparatorluğun da şövalye ruhunu biçimlendiren sahnelerdir. Tıpkı birbirine benzeyen iki nehir gibi, Osmanlı ve Tartarya da aynı kaynaktan beslenen güçlerdi. Ortak Türk kültürel mirası, bu iki devleti görünmez bağlarla birbirine bağlar. Dil, sanat ve gelenek gibi unsurlar, farklı topraklarda aynı motiflerle dokunmuş kilimler gibidir. Osmanlı'nın kozmopolit başkenti İstanbul, Tartarya'nın efsanevi şehirleriyle benzer bir cazibeye sahiptir. Her iki toprağın insanları, doğanın melodisini ve göçebe yaşamın özgürlüğünü ruhlarında taşıyan bir destandı. Osmanlı minarelerinde yankılanan ezan sesleri, T...

A-mer-ica kelimesinde Omorica( yaratılış) aaa ne kadar da benziyor.. İllüminati dediğiniz yapı illiminasyon aydınlanma ve elenme demek.. Her şey gözünüzün önünde aslında... Rahmi ERGÜN

GÖRÜNENİN ÖTESİNDEKİ ANLAM Günlük yaşamda karşılaştığımız birçok kelimenin ve sembolün, görünenden çok daha fazlasını ifade ettiğine sıkça rastlarız. "Amerika" kelimesi, tesadüf eseri mi yoksa kasıtlı mı bilinmez, "Omorica" kelimesi ile bir benzerlik taşır. Omorica, yaratılışı ifade ederken, Amerika'nın da birçok anlam ve söylem barındıran bir sembol olduğunu düşünebiliriz. Benzer şekilde, illüminati olarak bilinen yapı da, kelime kökeni itibarıyla "illuminasyon", yani aydınlanma ve elenmeyi ifade eder. Ancak, bu aydınlanma ve elenme süreçleri, sıradanın ötesine geçildiğinde farklı sonuçlar doğurabilir. Gündelik hayatta gördüğümüz şeyler, sadece yüzeydeki şekillerinden veya seslerinden ibaret değildir. Bazen, kelimelerin ve sembollerin arkasında yatan gizemler, bir hikayeyi veya mesajı açığa çıkarabilir. Bu tür benzerlikler ve metaforlar, bize dünyayı her daim daha derinlemesine sorgulamamız gerektiğini hatırlatır. Görmezden geldiğimiz veya dikkatimiz...

En son döngü ABD kuruluşu ve illüminati kuruluşu dedikleri yıl olan 1776 yılıdır...1776 öncesi tarih yalandır.. Rahmi ERGÜN

TARİHİN GİZLENEN GERÇEKLERİ Tarih dediğimiz şey, zamanın tozlu rafları arasında saklı kalan bir roman gibidir. Her sayfası açıldıkça yeni bir entrikayla karşılaşırız. 1776 yılı öncesi tarih ise başka bir hikaye anlatır bize. Bu dönem, insan aklının yüzyıllar boyu süregelen kurgularından biri olabilir mi? Düşünün ki, kalemi elinde tutan bir grup sanatçı kendi hikayesini yazıyor. Onların ellerindeki mürekkep de günümüze kadar ulaşan bu tarihi oluşturuyor. Yazılanlar, bir tablo gibi boyanarak, olaylar ve karakterler değiştirilmiş olabilir. Bir tiyatro sahnesinde izlediğiniz oyunun çok ötesinde bir gerçeklik yatıyor olabilir. Bu dönemin tarihsel kaydı, sisli bir perde ardında saklanmış kadim bir hikaye gibi. Belki de gerçekte, karanlık köşelerinde saklanan bambaşka bir yüz vardı. Mısır’ın piramitlerinden Sümerlerin tabletlerine kadar uzanan bu geniş zaman diliminde, kimin neyi, nasıl yazdığı büyük bir soru işareti taşıyor. Bu tarihsel anlatımlar, bir elin dokunuşuyla ister istemez yönlend...

Şimdiki zamana sadık kal, çünkü tüm yalanlar, ya geçmişten ya da gelecekten içeri sızar... Şimdiki zaman gerçek olan tek şey... Rahmi ERGÜN

AN'IN GERÇEKLİĞİ Bir nehir düşün; sürekli akan, her an yenilenen bir su. Geçmiş, bu nehrin arkasında kalan, buharlaşıp kaybolan su damlacıkları gibidir. Gelecek ise, henüz bulutlarda biriken ve nehir yatağına henüz inmemiş su damlacıklarıdır. Ama gerçekte hissettiğin ve tenine dokunan sadece nehirde, o an akan sudur. Geçmişi düşündüğünde, anılar zihninde şekillenir ama onlar sadece zihninde var olan gölgelerdir. Geldiğinde nasıl olacağını bilmediğin, sadece hayal kurabildiğin ya da planladığın bir gelecek, bir seraptır. Bir ağaç düşün; kökleri toprağa sıkı sıkı tutunmuş ama dalları rüzgarla eğilip bükülüyor. Kökler geçmişin, dalların gelecek. Ama senin tuttuğun meyve sadece şimdi, o anda elinde olan. Şimdiki zaman, göz kapaklarını kırparken hissettiğin rüzgar, aldığın nefesin serinliği ya da yudumladığın çayın sıcaklığıdır. Bu yüzden, içinde kaybolduğun her düşünce ya da planın aslında seni nehrin akışından uzaklaştırabilir. Anın büyüsünü anlamak ve hissetmek, hayatın renklerini d...

Amor= I meru:) o yüzden her yol Roma’ya çıkar denir.. Her yol meruya çıkar çünkü... Rahmi ERGÜN

AŞK VE MERU: HER YOLUN KESİŞİM NOKTASI Aşk, tıpkı Meru Dağı gibi hedeflerin ve hayallerin merkezini temsil eder. İnsanlar, hayatlarının farklı aşamalarında ve yollarında dönüp dolaşıp aşkı ararlar. Tıpkı eski yolların Roma’ya çıkması gibi, modern hayatların yolları da sevgi ve aşk üzerine kurulur. Yunan mitolojisine göre, dünya üzerindeki tüm yolların zirve noktası Olympos Dağı'dır; aşk da bu anlamda herkesin çıkmak istediği manevi bir Olympos'tur. Aşka ulaşmak için kat edilen yollar farklı farklı olsa da, sonuç hep aynıdır: Sevgi ile buluşmak. Hindistan efsanelerinde Meru Dağı, evrenin merkezi kabul edilir. Aşk da hayatımızın merkezine oturur. Bir aşık, sevdiğine ulaşmak için farklı yollar denese de, her yolunda mutlaka bir parça aşk bulur. Aşk, içsel yolculuğumuzun merkezini oluştururken, bize huzur ve mutluluk getirir. Bu yüzden denir ki; "Her yol Meru'ya çıkar." Çünkü sonunda, her seçilen yolun getirisi aşktır. Kah deve kervanlarıyla çölde, kah gemileriyle de...

Tüm enerjisel alanlardan geçerseniz tanrı olursunuz... Rahmi ERGÜN

TANRILIĞA GİDEN ENERJİ YOLCULUĞU Her birimizin içinde gizemli bir enerji okyanusu vardır. Bu okyanus, farklı renklerle parlayan enerjisel alanlarıyla doludur. Kendimizi bu enerji okyanusuna bıraktığımızda, aslında sonsuz bir yolculuğa çıkmış oluruz. Bu yolculuk, bir ağacın köklerinden gökyüzüne uzanan dallarına doğru bir seyahat gibidir. Her bir enerji alanı, bu ağacın farklı bir dalı ve yaprağıdır. Ve biz, bu yolculukta her daldan ve yapraktan geçerken, kendi içsel büyümemizi gerçekleştiririz. Tıpkı bir kelebeğin kozasından çıkarak gökyüzüne kanat çırpması gibi, biz de enerjisel alanlardan geçerken dönüşürüz. Kelebek nasıl ki tüm renklerini ve desenlerini sergilemeden önce bir süreçten geçerse, biz de tüm potansiyelimizi ortaya çıkarmak için bu enerjisel alanlarda yol alırız. Her geçtiğimiz enerjisel alan, bize evrenin sırlarından bir parçayı açığa çıkarır. Bu enerjisel alanlar, bize aşkı, bilgeliği, huzuru ve nihayetinde ilahi bir anlayışı öğretir. Yolculuğumuzun sonunda, biz de o a...

Sizi KANDIRIYORLAR... Epifiz bezi açık KALMAMALI... Rahmi ERGÜN

EPİFİZİN KARANLIK DANSI Gözlerinizi kapattığınızda gördüğünüz rüyalar, aslında epifiz bezinin bize sunduğu bir tiyatro sahnesidir. Bu küçük bez, açıldığında bizi gerçeklerden uzaklaştırır ve sahte bir dünyanın etkisine sokar. Hintliler'in "üçüncü göz" dedikleri bu bölgeye siyah noktalar koymaları da bu yüzdendir; bir kapatıcı, bir koruyucu olarak. Epifiz bezi, zihnin karanlık bir mabedi gibidir. Açık bırakıldığında, düşüncelerimiz ve algılarımız bilinmeyenin rüzgarında savrulur. Tıpkı bir kapının önündeki kilit gibi, bu siyah leke de açıkta kalması tehlikeli olanın kapanmasına hizmet eder. Milyarlarca insan, bu rüyaların büyüsüne kapılarak yaşamlarını yönlendirir. Bu insanlar, epifiz bezinin açılmasıyla beraber sahte beyaz ışıklar altında yol alır, ama bu sadece bir illüzyondur; bir serap. Gerçek olanı bulmak için, zihinlerimizi ve 'gözü' kapatmalı, içsel sessizliğe ve karanlığa yönelmeliyiz. Karanlık, her ne kadar korkutucu görünse de, içimizdeki hakikati bulmamı...

KUL değil, KÜL olmalıyız... Rahmi ERGÜN

YANGINDA YENİLENEN RUHLAR Her insan, bir odun parçası gibidir. Odun, ateşe atıldığında kül olmayı tercih ederse, sonsuz bir dönüşüm geçirir. Kül olmak, yok olmak gibi görünse de aslında dönüşümün en derin halidir. Kül olan odun, rüzgarın savurduğu bir toz bulutuna dönüşür ve her yere yayılır. Bu yayılış, yeni başlangıçların ve hayatların tohumlarını taşır. Küller, toprağa karışarak yeni yaşamların filizlenmesine zemin hazırlar. Diğer yanda, kul olmak ise bir odun parçası olarak kalmak gibidir. O parça, yanmayı reddeder ve olduğu yerde katılaşır, hareketsizleşir. Katılaşan odun parçası zamanla çürür, ama asla toprağa karışıp yeni yaşamlar başlatamaz. Kül olmayı seçmek, yanıp yok olmak pahasına yeni bir şeye dönüşebilmektir. Bir bakıma, bu cesaret gerektiren bir seçimdir. Kül olmak, sınırlarımızı aşmayı ve daha geniş bir evrenin parçası olmayı kabul etmektir. Tarihe baktığımızda da kül olanların; yani kendini feda eden, dönüşmeye cesaret edenlerin büyük değişimler yarattığını görürüz. K...

Tüm kuralların canı cehenneme...Kaos yükleniyor... Rahmi ERGÜN

SINIRSIZLIĞIN ÇAĞRISI Hayat, bir türlü düzene girmeyen bir yapboz gibidir. Kurallarla çizilmiş yollar, bazen ruhumuzu dar bir kafese hapseder. Tıpkı nehirlerin yatakları dışına taştığı zamanlardaki serbest akışı düşünün. Kaos, o anlarda içinde barındırdığı sınırsız imkânlarla bize özgürlük vadeder. Bir resmin sadece belirli sınırlar içinde değil, tuvalin dışına taşarak tamamlandığını tasavvur edin. Bazen kontrolü kaybettiğimizde, içimizdeki yaratıcılık canlanır ve gerçek potansiyelimizi keşfederiz. Kelebeklerin kanat çırpışı gibi, küçük bir kaos anı bile tüm dünyamızı değiştirebilir. Doğada rüzgârın esişi rastgele görünse de, aslında yeni tohumları taşır ve yeni başlangıçlar yaratır. Arıların karmaşık dansları, kaotik bir düzen gibi görünse de, kolonilerine hayatta kalmaları için rehberlik eder. Kaos, bir mikroskop altında düzensiz görünen hücrelerin büyüyüp canlı bir organizmaya dönüşmesi gibidir. Bazen hayatın kuralları, gözlerimizi kapatır ve tek bir doğruya odaklanmamızı ister. An...

Ruh yasaklara direndiği için yaşıyor canlı kalıyor… Rahmi ERGÜN

ÖZGÜRLÜKLE BESLENEN RUHUN İSYANI Ruhun varlığı, kendi yolunu çizebilme cesaretinde yatar. O, bazen toplumun koyduğu kalıpları ve kuralları aşmak ister. Ayıp, günah, yasak gibi kavramlar onun özgürce hareket etmesini engeller. Fakat her yasak, ruh için daha fazla keşif ve deneyim arzusu yaratır. Ruh, rüzgarda sürüklenen bir yaprak gibidir; özgürlüğe doğru savrulmak ister. Bazen yasaklar bir dağ gibi karşısına çıkar. Ama ruh, dağlara meydan okuyarak zirveye tırmanmak ister, cesaret eder. Toplumun kuralları bir kafes gibidir. Ruh ise bu kafesin içindeki kuştur; uçmak, gökyüzünü görmek ister. Her ayıp, günah, yasak ruh için bir engel değil, onun kanatlarını güçlendiren bir sınavdır. Bir nehir gibi özgürlüğüne koşturur; yatağını zorlayan kayaları aşar. Ruh, deniz fenerinin ışığında yolunu bulabilen bir gemi gibidir. Ayıplar ve yasaklar onun etrafında fırtına oluşturabilir. Ama ruh, bu fırtınada dahi rotasını kaybetmez. Yağmur nasıl toprağı besliyorsa, ruh da bu sınırlarla bes...

Kıyamet yok geçit töreni var sadece... Rahmi ERGÜN

RUHUN DANSI: YENİ DİYARLARA YOLCULUK Hayat, bir kelebeğin kozasından çıkması gibi son bulur; fakat bu son, aslında bir başlangıçtır. Bir kelebeğin kanat çırpışı ile yeni bir hayata merhaba demesi gibi, ruh da kendi boyut değiştirme dansını yapar. Bu dünyada bir yaprağa tutunan çiy damlaları gibiyiz; varız, ama sonsuza kadar burada kalamayacak kadar da geçici. Ancak ruh, sonsuza dek var olabilecek bir diyarın davetini alır, tıpkı rengârenk bir balonun gökyüzüne yol alması gibi. Bir dağcı için zirveye ulaşmak nasıl özgürleştirici bir duygu ise, ruh için de kendi gerçek varoluşuna gitmek aynı şekilde özgürleştiricidir. Dünyevi kaygılardan, bedenin sınırlarından kurtulup, gerçek varlığını bulmak, ruhun nihai amacıdır. Tıpkı bir nehrin denize kavuşması gibi ruh da kendi sonsuz okyanusuna doğru yol alır. Kıyamet, bizler için bir son gibi görünse de, ruhun özgürlüğe kanat çırpmasıdır. Yerkürenin seyrinde, bir gün batımı, nasıl yeni bir günün habercisi ise, kıyamet de ruhun yeni bir başlangıç ...

Duygularımız, DNA'mızın yapısını doğrudan etkiler... Rahmi ERGÜN

DUYGULARIMIZIN DNA ÜZERİNDEKİ GÜÇLÜ ETKİSİ Duygularımızı bir orkestranın şefine benzetelim. Nasıl ki şef, orkestradaki tüm enstrümanların uyum içinde çalmasını sağlar, duygularımız da vücudumuzda meydana gelen biyolojik süreçleri bu şekilde etkiler. Mutluluğu yaşadığımızda, vücudumuzda çalan neşeli melodiler gibi her şey ahenk içindedir. Bu durum, DNA'mızda olumlu değişikliklere yol açarak bedenimizin sağlıklı ve dengede kalmasını sağlar. Stres veya üzüntüyü hissettiğimizde ise, bu orkestrada uyumsuz notasız sesler çıkar, karmaşa hâkim olur. Bu olumsuz duygular, DNA'mızda istenmeyen değişikliklere neden olabilir ve bedenimizin direncini azaltabilir. Tıpkı bir bitkinin güneşe ve suya ihtiyaç duyması gibi, DNA'mız da pozitif duygularla beslenir ve güçlenir. Bu nedenle, şef olarak duygularımızı dikkatle yönetmeli ve onlara kulak vermeliyiz. Her bir duygunun, ruhumuzun ve bedenimizin senfonisine katkıda bulunduğunu unutmamalıyız. THE POWERFUL IMPACT OF OUR EMOTIONS ON DNA Let...

Hayat sana nasıl savaşılacağını öğretti... Rahmi ERGÜN

DENEYİMLER SAVAŞIN TAKTİKLERİDİR Hayat, bazen ummadığımız zorluklarla dolu bir arenaya dönüşebilir. Bu arenada, herkes farklı bir mücadele verir ama her deneyim bir ders içerir. Başlangıçta, çoğu zaman kendimizi savunmasız hissederiz; tıpkı uçsuz bucaksız bir ormanda kaybolmuş bir gezgin gibi. Ancak zamanla, her kayıp yol, bize yeni yönler ve seçenekler sunar. Bu süreçte, attığımız her yanlış adım, gelecekteki doğru hamlelerimizin temelini oluşturur. Hayatın her fırtınası, denizciler için yeni bir ders kitabıdır. Dalgaların üstesinden gelmeyi öğrendiğimizde, sadece dümen tutmayı değil, aynı zamanda rüzgarı kendi lehimize çevirmeyi de öğreniriz. Bu, sadece ayakta kalmak değildir, aynı zamanda ilerlemeyi de bilmektir. Bir ağacın kökleri gibi, her yenilgi toprağın derinliklerine inen yeni bir kök gibidir; her zorluk, o ağacı daha da köklendirir ve sağlamlaştırır. Hayat, bir savaş alanı olduğunda, biz de birer savaşçı oluruz. Düşmeler ve kalkmalar arasında, dayanıklılık denen zırhı kuşanı...

Bir insana kendinizi duyurmaya çalışmayın... Rahmi ERGÜN

İLETİŞİMİN GÜCÜNÜ KEŞFET Hayatta bazen karşımızdakine ulaşmakta zorlanırız. Tıpkı bir çöldeki cılız bir bitki gibi. Bu bitki ne kadar susuz kalırsa, kökleri de o kadar derinlere uzanır, suya ulaşmak için. İnsan ilişkilerinde de benzer bir durum geçerlidir. Bazen birisiyle iletişim kurmaya çalıştığımızda, çabalarımız karşılık bulmaz. Bu, kendimizi bir duvara konuşuyormuş gibi hissettirir çoğu zaman. Ancak, bu noktada asıl önemli olan şey sabır ve duraklamaktır. Çabanızı geri çektiğinizde, belki de karşınızdaki kişi, susuzluğunu fark edecek ve size seslenecektir. Bu, tıpkı susuz bir çiçeğin yağmurun geleceğini bilerek beklemesi gibidir. İnsanlar bazen, kendi alanlarında yalnız kalmadıkça sizin varlığınızın kıymetini anlayamazlar. Çoğu kişi, rahat ettiği alanda uzunca süre kalmayı tercih eder. Onlara ulaşmaya çalışmak yerine, onlarla iletişiminizi kesip bir adım geri çekilmek, bazen en iyi çözüm olabilir. Çünkü işte o zaman, sizin onların dünyasındaki gerçek değeriniz açığa çıkar. Sessiz...

Mutluluğun bir şekli formasyonu yoktur... Rahmi ERGÜN

MUTLULUĞU KALIPLARA SOKMADAN YAŞAMAK Mutluluk, gökyüzünde nazikçe süzülen bulutlar gibidir; belirli bir şekli yoktur ve sürekli değişir. Bir bulutu ellerinizle tutup ona kalıcı bir şekil vermeye çalışırsanız, dağılıp gider. Mutluluğu da kalıplara sığdırmaya çalışmak, onun doğasını anlayamamaktan gelir. Evlilik, para ya da sağlık gibi unsurlar mutluluğu etkileyebilir ama bunlarla tanımlanamaz. Düşünün ki büyük bir denizdeyiz; huzur ve mutluluğumuz, bu denizin dingin yüzeyinde süzülüyor. Rüzgâr, yani dışsal durumlar, dalgalar yaratabilir ama içsel dinginlik ve mutluluğumuz o derinlerde saklıdır ve hep oradadır. Birçok insan, yaşamında mutluluğa ulaşmak için evlilik gibi büyük değişikliklere odaklanır. Ancak bu, suyun yüzeyine çakıl taşları atmaktan farksızdır; yüzeydeki dalgalar geçicidir. Para ile mutluluğu satın alabileceğimizi düşünmek, denize altınlar atıp onun rengini değiştirmeyi ummaktır; etkisi kısa süreli ve doğası gereği yanıltıcıdır. Sağlık elbette önemlidir, ancak onu mutlul...

7 çakradan ibaret değil insan oğlu... Rahmi ERGÜN

İNSANIN ÇAKRALARI: EVRENİN DERİNLİKLERİNE AÇILAN KAPILAR İnsan, evrenin bir yansıması gibidir; sonsuzluk içinde sınırsız olasılıkları barındırır. Tıpkı bir ağacın derin topraklara kök salıp gökyüzüne uzanması gibi, insanın da ruhu ve bedeni yüzeyde görünenin ötesine ulaşır. Çakralar, bu derinliğin kapılarıdır; ama yalnızca yedi çakra ile sınırlı olmadığımızı unutmamak önemlidir. Kimi kadim gelenekler, insanın daha fazla enerji merkezi olduğunu dile getirir, bu da evrendeki tüm enerjinin çeşitli tezahür biçimleri olduğunu gösterir. Düşünün ki her çakra bir gezegen gibidir ve farklı gezegenler farklı enerjiler yayar. Bunlar, kişinin yaşantısında çeşitli duygusal, zihinsel ve fiziki hallerle kendini gösterir. Örneğin, solar pleksus çakrası sadece kişisel güç ve irade değil, aynı zamanda irade gücünün ötesindeki daha ince, gizemli enerjiler de barındırır. Bu çakraların ötesinde, ruhsal evrim için yeni basamaklar ve kapılar açılır ki her biri başka bir boyuttan enerji taşır. Bunu, deniz al...

Şeytanız ve bedenimiz, şeytanın bedeni taşlaşarak tanrısallaşıyorsunuz... Rahmi ERGÜN

İLAHİLEŞMENİN TAŞLAŞMIŞ YOLU İnsanlık tarihi boyunca, iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık arasındaki mücadele mitolojilerde, hikayelerde ve inanç sistemlerinde sayısız kez işlenmiştir. Şeytan, genellikle kötülüğün ve karanlığın sembolü olarak görülür. Ancak bu karanlık figür, aynı zamanda insanın içindeki negatif özellikleri, korkularını ve bastırdığı duyguları simgeler. Şeytanlaşan bedenler, bu korku ve duygularla yüzleşmenin, onları tanıyıp kabul etmenin bir yolu olarak izlenebilir. Ve ironik bir biçimde, bu yüzleşme süreci, kişinin kendi içsel tanrısallığına ulaşmasının yolu olabilir. Taşlaşmak, genellikle hareketsizliği, değişmezliği ve kalıcılığı simgeler. Bu bağlamda, şeytanın bedeni taşlaşırken, insan kendi içinde büyümeye, değişmeye ve tanrısal bir farkındalığa ulaşmaya başlar. Örneğin, bir yılan düşünün; derisini değiştirmeden önce taş gibi sabittir, hareketsizdir. Ancak bu sessizlik ve sabitlik anı, onun yenilenmesine ve dönüşmesine olanak tanır. İnsanın içindeki şeytan, onun ...

Burası şeytanın zihin hapishanesi... Rahmi ERGÜN

CEHENNEMİN AKIL PRANGALARI Bazen zihinlerimiz, özgürlükten yoksun bir hapishane gibi hissettirir. Düşüncelerimiz karanlık bir zindanın duvarlarına çarpıp durur. Her bir endişe, korku veya pişmanlık, bu zindanın duvarlarına uzun süre vurduğumuz prangalar gibidir. Şeytan, bu zindanın gardiyanıdır; sürekli kulağımıza fısıldadığı olumsuz düşüncelerle bizi esir alır. Zihnimizde yankılanan "yetersizsin", "asla başaramayacaksın" gibi cümleler, zincirlerimizin halkaları gibidir. Arzularımız ve umutlarımız, bu hapishanenin karanlık köşelerinde kaybolur. Günlük yaşamın stresleri zindanımıza biraz daha taş ve zincir ekler. Çıkmak için kapıya yöneldiğimizde, şeytan sürekli anahtarın kaybolduğunu iddia eder. Ancak bu mahkûmiyetten kurtulmak mümkündür. Umudu bulmak, anahtarı bulmaktır. Olumlu düşüncelerle duvarları yıkmak, prangalardan kurtulmayı sağlar. Her yeni gün, zindanın kilitlerini açmak için bir fırsattır. Kendimize inandığımızda, gardiyan ortadan kaybolur ve zihin hapis...

Değerini bil ve onu görmeyeni bırak; yapanlara yer açın... Rahmi ERGÜN

DEĞERİNİ BİLENLE YÜRÜ Hayat bir yolculuktur ve bu yolda yanımıza aldıklarımız kadar, yanımızdan bıraktıklarımız da önemlidir. Elinizde bir çantayla uzun bir yola çıkıyorsunuz diyelim. Bu çantaya değerli eşyalarınızı koyarsınız, değil mi? Ama bir de düşünün, eğer çanta delikse ya da kopmak üzereyse, o çantayla yola devam eder misiniz? Edemezsiniz, çünkü yolda size sorun çıkarır ve eşyalarınızı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırsınız. İşte hayatımızdaki insanlar da bu çantaya benzer. Eğer bizlere değer katmayan, bizi aşağı çeken, negatif enerjileriyle yük olan kişilerle doluysa bu çanta, yolculuğumuzu zorlaştırır. Bir çiçeksiniz diyelim. Güneş alır, su alır ve büyürsünüz. Ancak göremediğiniz köklerinizi sürekli yiyip bitiren böcekler varsa, ne kadar su alsanız da sağlıklı büyüyemezsiniz. Köklerden güç alan bir nar ağacı gibi olmalıyız; dallarımızı kestiğinizde dahi özü sağlam olan. Çok büyümek önemli değil, değer görmek ve değer vermek önemli. Beyniniz bir bahçe gibidir; hangi bitkil...

Ruh eşleri, gerçekten anlaşıldığımızı, dikkatlice işitildiğimizi ve özgün benliklerimiz için içtenlikle takdir edildiğimizi hissettirir... Rahmi ERGÜN

RUH EŞLERİNİN BEKLENMEDİK SİNERJİSİ Ruh eşleri, hayat yolculuğunda yanımızda yürüyen nadir yol arkadaşları gibidir. Her adımda, birbirimizin varlığıyla güçlenir, birlikte büyürüz. Bu eşsiz bağ, birbirimize ayna tutarak gerçek benliğimizi görmemizi sağlar. Tıpkı kulak veren bir doğa gibi, sıkıntılarımızı ve sevinçlerimizi sarar, anlamlandırır. Bir enstrümanın akordu gibi, birbirimizin frekansına uyum sağlarız. Bazen konuşmadan, sadece bir bakışla anlarız derinlerde yatan duyguları. Bu, çorak bir araziye düşen beklenmedik bir yağmur gibidir; yeni bir yaşam getirir. Ruh eşleri, içsel fırtınalarımızda sığınabileceğimiz bir liman gibidir. Alanımızı, olduğu gibi kabul eder ve bizi olduğumuz gibi sever. Bu bağ, kozasından yeni çıkan bir kelebek gibi bizi özgürleştirir. Küçük bir tohumdan yeşeren bir ağaç gibi, ruh eşliği zamanla ve sabırla kök salar. Bu nedenle ruh eşleri, yaşamın müziğinde bir senfoni gibidir; tüm notalar bir araya geldiğinde anlam bulur. Bir ruh eşi bulmak, bir öyküdeki ka...

Seni yola koyan ihtiyacın olduğunda yardımını esirgemeyecektir... Rahmi ERGÜN

EVRENİN REHBERLİĞİNE GÜVEN Hayat yolculuğunda bazen kendimizi yolda kalmış, hangi yöne gideceğimizi bilmez halde buluruz. Bu belirsizliğin ortasında, içimizdeki sesi duyamaz hale geliriz. Ancak unutmamalıyız ki, bizi yola koyan güç ve inanış her zaman yanımızdadır. Bu, bir ağacın köklerinin derinlere ulaşarak ona güç vermesine benzer. Ağaç, fırtınalarla sarsıldığında bile kökleri sayesinde ayakta kalmaya devam eder. Köklerini, yani içindeki rehberliği dinleyerek, yönünü tekrar bulur. Benzer şekilde, içsel gücümüz ve bağlı olduğumuz inançlar da bizim köklerimizdir. Zihin rüzgarlar gibi savrulduğunda bile, içsel rehberliğimiz sükûnet sunar. Yağmurdan sonra gelen gökkuşağını hatırlayın; o da zor zamanlardan sonra gelen armağandır. Evrenin rehberliği de aynı şekildedir, bize yolun sonundaki ışığı göstermeye yardımcı olur. Her adımda hissettiğimiz destek, içimizdeki tanrısallığın bir yansımasıdır. Karşılaştığımız zorluklar, hayat yolunun taşlarıdır, ancak bu taşlar aynı zamanda yoldaki yön...

Senin gibi görünüp çukuruna çekmeye çalışan insansıların tuzağına düşmeyin sakın... Rahmi ERGÜN

TEHLİKELİ GÖLGELERDEN KAÇININ Bir ormanda yürüdüğünüzü hayal edin. Güneş ışığı ağaçların dalları arasından süzülerek huzur verici bir manzara oluşturuyor. Kuğuların yansımasını andıran berrak bir gölette durup suyun dinginliğine bakıyorsunuz. Ancak birdenbire, suyun altında garip şekiller belirmeye başlıyor. İlk bakışta kuğuya benzeyen bu şekiller hızla değişerek avcı piranhalara dönüşüyor. Tıpkı kuğular gibi görünen bu tehlikeli yaratıklar, masum görünümleriyle yanınıza yaklaşmaya çalışıyor. İnsanlar arasında da bu gölgelerden kaçınmalıyız. Kimileri, size samimi ve dost canlısı görünse de, içlerinde bambaşka niyetler taşıyabilir. Kendilerini cennet gibi gösterirken aslında cehennemi yaşatabilirler. İyi niyet maskeleri takarak, insanları kandırmak en büyük maharetleridir. Ancak dikkatli gözler, bu illüzyonların gerçeği gizleyemeyeceğini bilir. Gözlerinizle değil, mantığınızla ve sezgilerinizle değerlendirmelisiniz. Bazen içgüdüleriniz, gerçekleri ayağınıza seren en iyi rehber olabilir...

İnsan arzuladığı her şeyde ölümsüz, korktuğu her şeyde fanidir... Arzumuz büyük, eve döneceğiz... Rahmi ERGÜN

TANRININ İZİNDE YENİDEN DOĞUŞ Her insanın içinde, ışıl ışıl parlayan bir kıvılcım vardır, bu kıvılcım tanrısallığının bir yansımasıdır. Doğduğumuz anda içimize ekilen bu kıvılcım, zamanla hayatın karmaşasında unutulmuş olabilir ancak asla sönmez. İnsan, adeta bir tohum gibi, zamanla bu kıvılcımı büyütmek ve yeşertmekle görevlidir. Bir tırtılın kelebek olma yolculuğu gibi biz de kendi içsel yolculuğumuzla tanrısallığımıza ulaşabiliriz. Günün birinde, kendi içimize dönüp bakmak, içsel dinginliği bulmak, bu yolculuğun en kritik adımı olacaktır. Sevginin ve bilincin ışığıyla beslendikçe, içimizdeki tanrısal yan daha da güçlenir. Bu süreçte, doğanın ritmiyle uyum sağlamak, bireysel ve kolektif bilince katkıda bulunmak mümkündür. Kendimizi rüzgarla dans eden yapraklar gibi hissedip, evrenin enerjisini deneyimlemek bize yeni ufuklar açar. Farkındalığın, doğanın her köşesinde ve bizim içimizde var olduğunu anlamak, tanrısallığın anahtarını sunar. İçimizdeki bu kutsal ateş, tüm yaşam döngüsünü...

Sıkıntılarınıza sıkı sıkı sarılın...Anahtar onlar... Rahmi ERGÜN

ZORLUKLARI KABULLENMEK: BÜYÜMENİN YOLU Hayat bazen fırtınalı bir deniz gibidir. Her dalga, her rüzgar bizi biraz daha ileri taşır. Bu fırtınalar, karşılaştığımız zorluklar ve sıkıntılar gibidir. Bir ağacın kökleri gibi, sıkıntılar da ruhumuza derinlemesine işler ve bizi besler. Eğer bir ağaç hiç rüzgarla karşılaşmazsa, köklerini derinlemesine salmaz. Rüzgarla karşılaştığında ise savrulur ve sonunda devrilebilir. Biz de zorluklar olmadan büyüyemez ve olgunlaşamayız. Gökyüzündeki yıldızları görebilmek için karanlık bir geceye ihtiyaç vardır. Aynı şekilde, sıkıntılar da içimizdeki ışığı keşfetmemize yardımcı olur. Düşüncelerimiz, bu sıkıntılarla harmanlandığında daha keskin ve daha bilge olur. Kusursuz yuvarlak bir taş, akarsuyun içinde yıllarca aşındıktan sonra bu hale gelir. Her bir taşın üzerindeki çizik, hatıralarını ve yaşanmışlıklarını anlatır. Yağmur bulutları gökyüzünü kapladığında, ardından parlak bir güneş doğar. Bu döngü bize gösterir ki zorlukların sonrasında mutlaka bir aydı...

Bilgiye aç bir zihnin heves ettiği her yenilik, yeni bir bilinç altı oluşturur...Rahmi ERGÜN

ZİHİN TOHUMLARI: YENİLİKLERİN GİZLİ BAHÇESİ Bilgiye aç bir zihin, boş bir tarlaya benzer; ne ekersen onu biçersin. Her yeni kavram ve öğrenilen bilgi, bu tarlada birer tohumdur. Başlangıçta bu tohumlar küçüktür ve belki pek görülmezler, fakat zamanla filiz vermeye başlarlar. Bir doğa harikasını izler gibi, bu filizlerin büyüyüşüne şahit oluruz; her biri zihnimize yeni bir bakış açısı kazandırır, zihnimizi genişletir. Örneğin, bir yabancı dil öğrenmeye başlayan biri, önce kafasına binbir türlü sözcük eker. Bu kelimeler, ilk başta karmaşık ve anlaşılması zor olabilir; ama zaman içerisinde, ağızdan dökülüveren cümleler ve akıcı konuşmalar haline gelir. Bu süreçte kişi, kelimelerin değil kültürlerin de içine daldığını fark eder. Başka bir deyişle, birer yeni bilinç altı oluşturur; farklı düşünme biçimlerini benimser ve daha önce hiç bakmadığı bir pencereden dünyaya bakar. Tıpkı gece gökyüzüne ekilen yıldızlar gibi, her yenilik zihnimizi aydınlatır ve aydınlanan her zihin, yeni evrenlerin ...

Bütün hikayeyi sinaps bağlantı yoğunluğu ile çözebilirsiniz...Rahmi ERGÜN

BAĞLANTILARIN GÜCÜYLE UYANMAK Bir ormanda olduğunuzu hayal edin. Her ağaç bir anı, her dal ise bu anının zihninizdeki izdüşümü olsun. Bu orman, sizin varoluşunuzun hikayesini anlatır ve her dalda farklı bir hikaye, farklı bir deneyim saklıdır. Sinaps dediğimiz yapılar, bu dalların birbirine kök salması gibidir; bir anının diğerini çağrıştırması, iki ağacın dallarının birleşmesiyle olur. Bir bebek dünyaya geldiğinde, ormanı henüz iki-üç ağaçla kaplıdır. Zamanla, öğrendikçe, keşfettikçe, bu orman yoğunlaşır ve karmaşıklaşır. Her yeni bilgi, yeni bir dallanmayı ve budaklanmayı beraberinde getirir. Sinapslar, ormanda yeni patikalar açan işçilerdir; yeni yollara, yeni keşiflere, yeni hatıralara kapı aralar. Bir gün bir sebep olur ve bu dallardan biri parıldamaya başlar. Bu, o belirli anının zihninizde canlanmasına neden olur. İşte bu süreç, hatırlama dediğimiz mucizevi olayın gerçekleşmesidir. Her bağlantı, geçmişle bugün arasındaki köprüdür. Bu köprülerden geçmek, uyanışa doğru atılan adı...

Bu Matrix nöron ağ sistemi o kadar sadece...Rahmi ERGÜN

EVREN: BEYİN AĞLARININ BİR YANSIMASI Evreni, karmaşık bir yapıya sahip devasa bir bilgisayar gibi hayal edin. Her galaksi, bir kod parçası gibi işlev görüyor, kendi içinde karmaşık ama bütünün bir parçası olan. Bu sistemde, yıldızlar ve gezegenler, nöronlar gibi hareket ediyor; bilgi taşıyor, iletiyor ve döngüyü sürdürüyor. İnsan beynindeki nöron ağları, nasıl sinyallerle bilgi taşıyorsa, evren de benzer şekilde enerjiyi ve bilgiyi taşır. Galaksiler arasındaki mesafeler, beyin hücreleri arasındaki boşluklar gibidir; uzak ama bağlantılı. Her birimiz de bu sistemin minik birer parçasıyız, bir damla suyun okyanusu oluşturması gibi. İçinde yaşadığımız bu muazzam ağın her bir ipliği, farklı bir gerçekliği, farklı bir bilgiyi taşır. Kimi zaman biz insanlar, bu büyük resmi kaybeder ve kendimizi yalnız hissederiz. Oysa ki, evrenin büyük planında hepimiz bağlantılı, hepimiz bir bütünün parçalarıyız. Bu büyük bütünlük, bazen beklenmedik keşiflerle karşımıza çıkar. Tıpkı kendi düşüncelerimizin, ...

Bizler Tanrıyız ve Kronos etkisini azalttıkça merkeze döneceğiz... Rahmi ERGÜN

MERKEZE GERİ DÖNÜŞ: ZAMANIN ZİNCİRLERİNİ KIRMAK Zaman, insan hayatında ölçülebilir bir kavram olsa da, ruhsal ve zihinsel boyutta daha farklı bir anlama sahiptir. Kronos, yani zamanı kontrol eden güç, bizleri daima sınırlamış, kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi unutturmuştur. Ancak içimizde bir yerlerde, zamanın bu baskısından bağımsız, özgür bir benlik yatar. Bir nehirde sürüklenen yapraklar gibi, zamanın akışına kapıldıkça, ormandaki köklerimizden, yani merkezimizden uzaklaşırız. Kronos etkisini azalttıkça, içsel yolculuğa çıkabilir ve zamanın esaretinden sıyrılabiliriz. Bu, bir kuşun kafesinden çıkması gibidir; sonsuz gökyüzüne kanat çırptığında, aslında hep orada olması gerektiğini anlar. Ruhumuzun derinliklerinde, geçmişin ve geleceğin ötesinde bir varoluş noktası bulabiliriz. Meditasyon, doğa yürüyüşleri ya da sessizlik içinde kalmak, merkezimize dönmemizin yollarından sadece birkaçıdır. Bir ağaç düşünün; zaman, dallarını rüzgârla eğip bükebilir ama kökleri toprağa sıkı sıkıy...

Zamansızlığa girmek için matrix’in içinden geçmek zorundasınız...Rahmi ERGÜN

ZAMANDAN BAĞIMSIZLIĞA VARIŞ YOLCULUĞU Matrix’in içinde bir yolculuğa çıkmak, aslında zamanın ötesine geçmenin bir metaforu gibidir. Bu yolculuk, tıpkı bir labirentin içinde kaybolup doğru yolu bulmak gibidir. Her dönüş ve kıvrım, bizi kendimizle yüzleşmeye zorlar. Matrix içindeki bu keşif, tıpkı geleceği görebilmek için sislerin arasında yürümek gibidir. Zamanın dışına çıkmak, algıladığımız dünyayı yeniden şekillendirmemizi sağlar. Bu süreç, bir tablonun içinde dolaşmak gibi, her detayı kendi irademizle seçtiğimiz bir gerçeklik yaratmaktır. Yavaşça, zamanın sınırlayıcı etkilerinden sıyrılırız. Kendimizi, duvarları olmayan bir odada buluruz; her şey mümkündür, her şey bizizdir. Zamandan bağımsız olmak, tıpkı bir nehrin kaynağından tüm dallarını takip edebilmek gibidir. Her noktada, her anda olabilme özgürlüğüne kavuşmak, tıpkı yıldızların arasından rahatça süzülen bir kuş gibi hissettirir. Bu yolculuk, bize en derin korkularımız ve en yüksek arayışlarımızla yüzleşme alanı sunar. Matrix...

Cennet bile simüle edilmiş matrix’in bir parçasıdır ve bu tam bir kurtuluş anlamına gelmez...Rahmi ERGÜN

CENNET DE BİR YANILSAMADIR Bir gün bir adamın rüyasında cenneti deneyimlediğini düşünün. Her şey mükemmel, her şey huzurlu, her şey istediği gibi. Ama sonra bir an durup, bu mükemmel dünyanın bir simülasyon olup olmadığını sorgulamaya başlar. Belki de cenneti yöneten bir program vardır, ve bu dünya sadece bir hayalden ibarettir. Tam o sırada bir kelebek belirir, bir kod hatası gibi kanat çırparak havada dans eder. Bu, adam için bir uyanış anı olur; güzellik bile kontrol edilebilen, düzenlenebilen bir şeydir. Sonra kendine sorar: Eğer cennet bile bir simülasyon ise, gerçek özgürlük nerededir? Gerçek özgürlük, belki de sistemin dışında var olan, simülasyonun ötesindeki alemde saklıdır. Bu düşünce, adamı bir tapınağın dışına çıktığında, çiçekler ve ağaçlar arasında yürürken tekrar ziyaret eder. Çünkü her çiçek, her yaprak, her rüzgar esintisi, simülasyondaki bir kod satırı olabilir. O zaman gerçek cennet nedir? Simülasyonun sınırlarının dışında var olan şeydir. Belki de gerçekte yaşamak, ...