Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bu Matrix’ten kurtulmanın yolu yukarı çıkmaktır...Rahmi ERGÜN

YÜKSELİŞİN ANAHTARI: ZİHNİN SINIRLARINI AŞMAK Matrix'ten kurtulmanın yolu zihnimizin hapishanesinden kurtulmaktır. Tıpkı bir kuşun kafesinden özgürlüğe kanat çırpması gibi, biz insanlar da zihinsel sınırlarımızın dışına çıkmalıyız. Kendi içimizde oluşturduğumuz zincirleri kırmak, özgürlüğümüzün ilk adımıdır. Peki bu zincirler nedir? Bu zincirler, toplumun bize dayattığı kalıplar, korkularımız ve özgüvensizliklerimizdir. Bir kelebeğin kozasını yırtarak yeniden doğuşu gibi, biz de kendi suretimizde yeni bir benlik oluşturmalıyız. Dış dünyaya olan farkındalığımızı artırmak, bu sürecin en önemli parçalarından biridir. Matrix'in ilüzyonunu aşmak için, kendi gerçekliğimizi yeniden yaratmalıyız. Bazı bireyler, meditasyonla ya da içsel yolculuklarla bu farkındalığı elde ederler. Diğerleri, seyahat ederek ya da yeni deneyimler kazanarak kendi sınırlarını genişletir. Önemli olan, hangi yolu seçersek seçelim, bu yolda açık bir zihinle ve cesaretle ilerlemektir. Unutmayın, zihnin sınırlar...

Ruh, zamanın oluşturduğu titreşimler, frekanslar ve sınıflar arasında hapsolmuştur... Rahmi ERGÜN

VARLIĞIN TİTREYEN ZİNCİRLERİ Evrenin derinliklerinde bir müzik çalıyor; zamanın şarkısı, ruhun ince sızılarına dokunan bir melodi gibi. Bu melodi, frekanslar ve titreşimler arasında yankılanarak ruhu sarıyor. Ruh, adeta bir göl üzerinde savrulan yapraklar gibi, bu titreşimlerin oluşturduğu sınırlarda gezinmekte. Evrenin bir sahne olduğunu hayal edin; zaman ise bu sahnedeki görünmez şef. Her şey bir notaya dönüşüyor: bir kelebeğin kanat çırpışı, bir yaprağın yere düşüşü, ya da bir dalganın sahile vurması. Bu notalar aslında zamana ait melodinin parçalarıdır ve ruh bu melodiyle dans etmeye zorlanır. Bir metronom gibi, hayatın ritmi ruhu bir oraya bir buraya yönlendirir. Bazısı bu ritimde huzur bulur, tıpkı bir çocuğun ninniyle sakinleşmesi gibi. Diğerleri ise bu titreşimlerin karmaşasında kaybolur, akıntıya kapılan bir yaprak gibi. Titreşimler sadece ruhun doğasında değil, tüm varoluşun temelindedir. Hücrelerimiz titrer, atomlar dans eder ve evren kendini genişletir. Her şeyin bu titreş...

İnsan, anne, baba ve diğer aile büyükleri dahil olmak üzere toplam 20 kişinin ortalamasıdır...Rahmi ERGÜN

GENETİK MİRASA YOLCULUK Her insan, geçmişten günümüze uzanan bir genetik yolculuğun ürünüdür. Tıpkı bir nehrin farklı kaynaklardan beslenmesi gibi, bizler de anne, baba ve diğer aile büyüklerimizin genlerinden besleniriz. Bu genler, zaman içerisinde topladıkları yaşam deneyimlerini ve tarihsel bilgileri bir sonraki nesillere taşır. Bu nedenle, her birimiz aslında atalarımızın birer devamıyız. Düşünün ki, bedeninizde akan kan, büyükannenizin gençlik döneminde yaşadığı sevinçleri ve üzüntüleri taşır. Ve sizin saç renginiz, belki de büyük büyük dedenizin sahip olduğu o dikkat çekici renk olabilir. Her hücremiz, binlerce yıllık bir mirasın parçası olarak taşıdığımız birer tarihi hikayedir. Bu genetik kodlar, geçmişle günümüz arasında bir köprü kurarak bize ailemizin izlerini taşır. Tıpkı bir mozaik gibi, her bir parçamız bu genetik kodların birleşiminden oluşur. Duygularımız, içgüdülerimiz, hatta bazı yeteneklerimiz, genlerimiz aracılığıyla şekillenir. Bir sanatçının yeteneği, belki de bü...

İnsan bir enerji kümesidir ve hiçbir şey unutulmaz... Rahmi ERGÜN

BİLİNÇALTI FIRTINASI: GİZLİ AKINTILAR VE HASTALIKLAR İnsan bedeni, görünmez enerjilerin derin bir okyanusu gibidir. Duygularımız ve düşüncelerimiz bu okyanusta yüzen renkli balıklar gibidir. Ancak, her bir balık gözden kaybolduğunda, onun yerinde bıraktığı dalgalar bellek sırtımızda yankılanır. Unuttuğumuzu sandığımız şeyler, aslında zihnimizin derinlerine, bilinçaltı deniz tabanına yollanır. Ve zamanla, bu unutulmuş hatıralar büyüyerek birer dip akıntısı oluşturur. Bu dip akıntıları, ruh halimizin enerjisini ve dengelerini sessizce etkiler. Bu etki, içsel dengemizi bozabilir ve dalgalanan enerjiler fiziksel sağlığımıza sızarak hastalıklara yol açabilir. Beyin, tıpkı büyük bir gemi kaptanı gibi, zorlu fırtınalarda gemiyi ayakta tutmaya çalışır. Zihinsel çözüm bulamadığında ise, dalgalardan kaçmak için rotasını değiştirip bedensel limanlara sığınır. Ve işte o zaman, bedenimizde kasırgalar başlar: ağrılar, rahatsızlıklar, hastalıklar. Bu, bilinçaltının sörf tahtasında dans eden bir kahi...

İnsana her gece yaşamsal frekans kodlamaları yapılır... Rahmi ERGÜN

GECEYİ DİNLEYENLER İÇİN ZİHİNSEL SENFONİLER Geceleri, yıldızların altında sessizliğin hüküm sürdüğü o anlarda, görünmez titreşimler ruhlarımızı adeta bir müzik aleti gibi akort eder. Bu titreşimler, yaşamın derinindeki sırlara dokunan ve insanın iç dünyasındaki karmaşayı yatıştıran birer melodi gibidir. Kimi insanlar bu frekansların etkisini, örümcek ağı gibi ince ve karmaşık yapılar olarak görsel bir biçimde deneyimler. Tıpkı rüzgarın ağaçların yaprakları arasında melodik bir senfoni yaratması gibi, bu frekanslar da ruhumuzun gözle görülmeyen tellerine dokunur. Eğer bir kişi, içinde dizginlenememiş duygu yoğunlukları taşıyorsa, bu frekanslar onun için henüz var olmayan dünyaların kapısını aralar. Bu durum, suyun içinde beklenmedik çalkantılar yaratan bir taş atılmasına benzer. Çocukluklarından kalma izler, derinlerde saklı travmalar, ertelemeye çalıştığı duygular, bu gece müzikleriyle yüzeye çıkar. Zihnimizin karmaşık yapıları, tıpkı bir orkestra gibi, her gece bu frekanslarla uyum iç...

Ruhsal yasalar değişmez ve ebedidir... Rahmi ERGÜN

EVRENSEL RUHSAL İLKELERİN KÖKLERİ Ruhsal yasalar, tıpkı yeryüzündeki doğal yasalar gibi sabit ve kalıcıdır. Nasıl ki yerçekimi her yerde ve her zaman aynı şekilde işlerse, ruhsal yasalar da tüm zamanlarda ve mekanlarda aynı şekilde etkilidir. Bu yasalar, insanoğlunun varoluşunun temel taşlarıdır ve onları zamanın ve mekanın ötesine taşıyan titreşimlerle tüm evrende yankılanır. Bir ağaç düşünün. Ağacın kökleri ne kadar derine ve sağlam bir şekilde toprağa tutunursa, ağacın dalları ve yaprakları o kadar sağlıklı ve güçlü olur. Ruhsal yasalar da bizim ruhumuzun kökleridir. Bu yasalar, bizi besler, büyütür ve yaşamımıza denge getirir. Hayatta karşımıza çıkan zorluklar ve deneyimler, bu yasaların sınanmasına olanak tanır. Tıpkı fırtınalı bir havada sallanan ama kökleri sağlam olduğu için yıkılmayan bir ağaç gibi, biz de bu yasalara sarıldığımızda hayatta kalırız. Ruhsal yasalar sevgi, merhamet, adalet, ve doğruluk gibi elemanlar içerir. Bu elemanlar, bir pusula gibi bize doğru yolu gösterir...

Size bir sır vereyim... Ruhun özüne döndüğünün ilk işareti öfke duygusunu kontrol altına almaktır... Rahmi ERGÜN

ÖFKEYİ ZİNCİRLERKEN RUHU ÖZGÜRLEŞTİRMEK Bir insanın ruhunun özüne döndüğünün en belirgin işareti, öfke duygusunu kontrol altına almasıdır. Öfke, içimizde yanan bir ateş gibidir; eğer kontrolsüz bırakılırsa, her şeyi küle çevirebilir. Ancak, bu ateşi bir arifin ışığı gibi kullanmayı öğrenirsek, yolumuzu aydınlatan bir fener olur. Bir düşünün, su kenarında duran bir taş gibi sakin olmak, öfke dalgaları üzerimize çarptığında sükunetle direnmek. Bu taş, fırtınalı günlerde bile yerinden oynamaz, suyun akışıyla biçimlenir ama kırılmaz. Benzer şekilde, biz de öfkeyi bir sel gibi üzerimize çektiğimizde, aslında bizi daha derin bir geçmişe bağlayacak olan yumuşak bir köprü örebiliriz. Peki ya öfkenin bu potansiyel enerjisinden yararlanmayı başarsak? Kendimizi eğiterek, içimizdeki bu fırtınayı bir barajda toplanan su gibi biriktirip, onu enerjiye dönüştürsek? Doğanın bir parçası olan ağaçlar gibi; rüzgar ne kadar güçlü eserse essin, köklerimize daha sıkı sarılıp, dallarımızla göğe dokunabiliriz...