HİNDİSTAN VE PAKİSTAN ARASINDA SAVAŞ OLASILIĞI VE OLASI KÜRESEL ETKİLERİ
Tarihsel, kültürel ve dini gerilimlerin gölgesinde, Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkiler, özellikle bağımsızlıklarını kazandıkları 1947 yılından bu yana, pek çok kez savaşın eşiğine gelmiş ve çoğu zaman bölgesel huzursuzluğun sıcak bir çatışmaya dönüşmesi ihtimalini canlı tutmuştur.
Bu iki ülkenin arasındaki en temel anlaşmazlık noktası, stratejik ve sembolik önem taşıyan Keşmir bölgesi ile alakalıdır ki, bölge üzerindeki hak iddiaları karşılıklı olarak şiddetli biçimde sürdürülmektedir.
Keşmir, Hint altkıtasının en tartışmalı toprak parçası olarak, 1947, 1965 ve 1999 yıllarında iki ülke arasında tam ölçekli askeri çatışmalara sahne olmuştur.
Son yıllarda ise, düşük yoğunluklu sınır çatışmaları, silahlı grupların saldırıları ve karşılıklı diplomatik restleşmeler, krizin sürekli bir "potansiyel patlama" durumunda tutulmasına sebep olmaktadır.
Özellikle her iki ülkenin de nükleer silah kapasitesine sahip olması, küçük bir çatışmanın dahi hızla kontrol dışına çıkarak bölgesel veya küresel bir felaket boyutuna dönüşebileceği endişesini tetiklemektedir.
Uluslararası gözlemciler, şu an itibarıyla Hindistan ve Pakistan arasında tam kapsamlı bir savaş çıkma ihtimalini orta düzeyde görmektedir; zira askeri dengenin hassasiyeti, iki ülke liderlerinin bilinçli caydırıcılık politikaları ile dengelenmektedir.
Bununla birlikte, milliyetçi politikaların yükselmesi, terör saldırıları ya da bir sınır ihlali gibi olayların ani bir şekilde gerilimi artırması her zaman mümkündür.
2019 yılında yaşanan Pulwama saldırısı ve ardından gelen hava saldırıları, ne kadar ani bir şekilde krizlerin yükselebileceğini ve kontrolün hızla kaybedilebileceğini gözler önüne sermiştir.
Bu çeşit olaylar, Hindistan'ın ve Pakistan'ın askeri doktrinlerinde "önleyici misilleme" ve "kademeli tırmanış" politikalarını sürekli gündemde tutmasına neden olmaktadır.
Son dönemde, Keşmir'in Hindistan tarafından özel statüsünün kaldırılması, Pakistan'ın diplomatik tepkisine ve sınırdaki güvenlik önlemlerinin artırılmasına yol açmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Rusya ve Avrupa Birliği gibi küresel aktörler, bölgedeki tansiyonun yükseldiği her durumda itidal çağrısı yapmakta, çatışmayı önleyecek diplomatik ve ekonomik araçları devreye sokmaktadır.
Ancak bölgenin etnik, dini ve jeopolitik dokusu nedeniyle, dış müdahalenin de zaman zaman ters etki yaratabileceği göz ardı edilmemelidir.
Hindistan ve Pakistan’ın askeri kapasiteleri göz önüne alındığında, klasik konvansiyonel bir savaşta, her iki taraf da devasa insan gücü, tank, topçu ve hava kuvvetlerini seferber edebilecek kapasitededir.
Güney Asya’nın yoğun nüfuslu kentleri, her iki tarafta da sivil zayiat ve altyapı kaybı açısından müthiş bir kırılganlık teşkil etmektedir. Potansiyel bir savaşta ağır hasarlar, milyonlarca insanın yaşamını doğrudan tehdit edecek ve büyük çaplı bir insani krize sebebiyet verecektir.
Evlerinden zorla göç etmek zorunda kalacak sivillerin yaratacağı mülteci dalgası, bölgedeki diğer ülkeler üzerinde baskı oluşturacaktır. Savaş, ekonomik açıdan iki ülkenin de kaynaklarını hızla tüketerek, büyüme ve refah göstergelerinde dramatik bir gerilemeye neden olacaktır.
Bugün gelişmekte olan Hindistan ve nispeten daha kırılgan olan Pakistan ekonomileri, uzun süreli bir askeri çatışmanın mali yükünü karşılamakta zorlanacaktır. Savaş halinde, temel kamu hizmetleri, sağlık, eğitim ve altyapı yatırımları yerini acil savaş ekonomisi uygulamalarına bırakacaktır.
Doğrudan askeri harcamalar ve savaş sonrası yeniden yapılanma maliyetleri, her iki ülkenin sosyal refah politikalarını geri dönülmez biçimde sekteye uğratacaktır.
Bölgedeki limanlar, enerji hatları, barajlar ve ulaşım koridorları, hedef alınan ya da ağır biçimde zarar gören stratejik noktalar arasında sayılacaktır.
Özellikle Pakistan’ın Çin ile hayata geçirdiği milyarlarca dolarlık altyapı projeleri ve Hindistan’ın batı eyaletlerinde bulunan büyük endüstriyel merkezleri, savaşın ekonomik etkisinden en fazla zarar görecek alanları oluşturacaktır.
Güney Asya'daki savaş ihtimalinin jeopolitik sonuçları, klasik kara ve hava muharebelerinin ötesine geçerek, küresel güçler arasındaki dengeleri de önemli ölçüde etkileyecektir.
Amerika Birleşik Devletleri, Pakistan ile doğrudan savunma işbirliği yapmasa da, Hindistan ile son yıllarda artan stratejik ortaklığı çerçevesinde denge arayışındadır.
Çin ise hem Pakistan'ın tarihi müttefiki olması, hem de Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında bölgedeki yatırımlarının güvenliğini sağlamak için, bölgesel istikrarsızlığı kendi çıkarlarına tehdit olarak algılamaktadır.
Rusya, geleneksel olarak Hindistan’ın silah ve askeri teknoloji tedarikçisi olmanın yanında, küresel enerji ve jeopolitik denklemin istikrarı için savaşın engellenmesinden yanadır.
Avrupa Birliği ise, insan hakları, mülteci hareketleri ve uluslararası finansal piyasalar üzerindeki etkileriyle yakından ilgilenmektedir.
Özellikle, savaş durumunda çoğalacak olan siber saldırılar, dezenformasyon kampanyaları ve propaganda süreçleri, bölgesel çatışmanın küresel enformasyon düzenini sekteye uğratabilir.
Bu iki ülkenin toplam 1.7 milyarı bulan nüfusuyla küresel ekonomik büyümede oynadıkları rol, savaşın etkisinin yalnızca Güney Asya ile sınırlı kalmayacağını göstermektedir.
Nitekim Hindistan ve Pakistan, Batı ile Asya arasındaki en önemli ticaret ve enerji koridorlarının üzerinde yer almakta, limanları ve ulaşım altyapılarıyla dünya ekonomisine entegre durumdadır.
Bir sıcak çatışmada, bölgesel ticaret yollarının kapanması, enerji arzında aksamalara ve küresel piyasalarda belirsizliğe neden olacaktır. Süveyş Kanalı ve Hürmüz Boğazı'nda hissedilecek şok dalgaları, Asya ve Avrupa arasındaki mal ve enerji akışını yavaşlatacaktır.
Savaşın ardından uluslararası yatırımcılar, Hindistan ve Pakistan piyasalarından hızla çıkış yapabilir; bu da finansal istikrarsızlık ve döviz kurlarında ciddi dalgalanmalara yol açacaktır. Londra ve New York gibi finans merkezleri, Güney Asya'daki çatışmanın borsa endekslerine ve emtia fiyatlarına etkilerini anında hissedecektir.
Özellikle petrol arz güvenliği, savaşın doğrudan hedeflerinden biri olabileceği için, küresel petrol fiyatlarında ani yükselişler beklenebilir. Enerji ve doğal gaz taşımacılığı yapan boru hatları ve deniz yolları sekteye uğrayacak, enerji piyasasında panik alımları yaşanacaktır.
Ayrıca, iki ülkenin tarımsal üretim alanlarında yaşanacak yıkım, bölgeye bağlı birçok gelişmekte olan ülke ekonomisinde gıda fiyatlarının artmasına sebep olabilecektir. Savaşın uzun vadeli etkisi, Güney Asya'nın genç ve kalabalık nüfusunda göç, işsizlik ve yoksulluğun artışı şeklinde kendini gösterecektir.
Uluslararası insani yardım kuruluşları, savaş bölgesinde milyonlarca insanın acil beslenme, sağlık ve barınma gereksinimlerini karşılamak için olağanüstü bir çaba içine girecektir. Göçmen ve sığınmacı akınları, İran, Afganistan, Çin ve Nepal gibi komşu ülkelerde yeni sosyoekonomik sorunlar doğuracaktır.
Sınır ötesi insani krizlerde, Birleşmiş Milletler ve Kızılhaç gibi organizasyonların müdahale kapasitesi sınanacaktır.Hindistan ve Pakistan'da savaşın etnik ve dini ayrışmaları artırması, yeni terörist ağların oluşmasını ve radikalleşmenin güç kazanmasını tetikleyebilir.
Bu süreçte, Afganistan’dan Orta Asya’ya kadar olan geniş coğrafyada istikrarsızlık dalga dalga yayılabilir. Bölgedeki çatışma, Afganistan’daki kırılgan hükümet yapılarına ek yük getirecek; Pakistan’a yönelik terör tehdidini daha karmaşık bir hale getirecektir.
Ayrıca, savaş halinde nükleer doktrinlerin devreye girme riski, tüm dünyada kaygıları had safhaya çıkaracaktır. Ne Hindistan ne de Pakistan, resmi olarak "ilk kullanan" doktrinini reddetmeyen taraflardır ki; bu durum, yanlış bir hesaplama veya kaza ile nükleer bir felaketin yaşanabileceği endişesini pekiştirmektedir.
Nükleer bir çatışmanın en ufak belirtisi, küresel kamuoyunda ani bir panik ve kitlesel tedirginlik yaratacaktır. Böyle bir durumda radyasyon salınımı, atmosfer ve su yolları üzerinden dünyanın farklı bölgelerine ulaşabilir. Nükleer serpinti, yalnızca doğrudan savaşan tarafları değil, komşu ve uzak ülke toplumlarını da sağlık, tarım ve ekosistem anlamında tehdit edecektir.
Nükleer kış senaryoları kapsamında, bölgesel sıcaklıkların azalması, tarımsal verimlilikte dramatik azalmalar ve küresel gıda krizleri yaşanabilecektir. Dünya genelinde milyonlarca insan, Hindistan ve Pakistan arasında başlayacak bir nükleer çatışmanın insani boyutundan ötürü göç etmek zorunda kalacaktır.
Uluslararası medya, savaşın her anını anbean aktaracak ve kamuoyunda büyük bir travmanın kalıcı olmasını sağlayacaktır. Küresel liderler, diplomatik mekanizmaları acilen devreye sokmak ve barış girişimleri organize etmek için olağanüstü çaba gösterecektir.
Özellikle Çin, Rusya, Avrupa Birliği ve ABD'nin barış için diplomatik baskı mekanizmalarını artırmalarına kesin gözüyle bakılacaktır. NATO ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi kuruluşlar, çatışmanın yayılması ve bölgesel güvenliğin tehdit altına girmesi halinde askeri ve insani önlemleri devreye alabilecektir.
Hindistan ile Pakistan arasında savaş çıktığı durumda, BM Güvenlik Konseyi acil toplantılar yapacak ve huzur bozulmasının önlenmesi yönünde inisiyatifler alacaktır. Barış görüşmeleri ve ateşkes çağrıları kadar, müzakere için arabulucu ülkeler ortaya çıkacaktır.
Bu tür bir savaş, uluslararası silah ticareti ve askeri teknolojilerin yaygınlaşmasında yeni bir ivme yaratacaktır. Bölgede konuşlu ABD üsleri ve Çin’in Pakistan’daki stratejik varlıkları, farklı küresel kutupların kriz yönetimi kapasitelerini sınırlı tutabilecektir.
Uzmanlar, Hindistan ve Pakistan'ın ulusal kimlik söylemlerini öne çıkararak, savaş ortamında toplumlarını mobilize etmeye çalışacaklarını belirtmektedir. Toplumsal psikoloji açısından, uzun süren çatışmalar, halklarda kolektif bir travmanın ve kimliksel yarılmanın yerleşmesine yol açacaktır.
Bölge halklarının savaştan önceye nazaran çok daha kırılgan ve güvensiz hale gelmesi söz konusu olacaktır. Savaş, kültürel mirasın yok olmasına, tarihî yapıtların ve dikkat çekici doğal alanların tahrip edilmesine de sebep olabilir.
Dünya kültür mirasının bir bölümü, Güney Asya’daki böylesi bir felaketin sonucunda geri dönülemez biçimde yitirilebilir.
Söz konusu savaş medeniyetler arası diyalogun zarar görmesine ve ötekileştirici dilin küresel boyutta yayılmasına zemin hazırlayacaktır.
Uluslararası akademik çevreler, çatışmanın dinamikleri ve sonuçlarını çok uzun yıllar boyunca analiz edip, yeni politika modelleri geliştireceklerdir.
Savaşa bağlı olarak ortaya çıkacak olan siber saldırılar, kritik dijital altyapıda ciddi tahribatlar meydana getirecek, finans, ulaştırma ve sağlık sistemlerinde aksamalar yaratacaktır.
Sivil alanda yaygınlaşan dezenformasyon, küresel bilgi ekosisteminde güven bunalımına ve hatta manipüle edilmiş kitlesel davranışlara yol açabilir.
Sosyal medya platformlarında yayılan yanlış veya kışkırtıcı bilgiler, çatışmanın toplumlar arası kutuplaşmaya dönüşmesini hızlandıracaktır.
Savaşın yayılması halinde, bölge dışından aşırılık yanlısı unsurlar devreye girerek, istikrarsızlık dalgasını daha da artırabilir.
Güneydoğu Asya, Orta Asya ve Orta Doğu’daki terör şebekeleri, savaş ortamında yeni fırsatlar için harekete geçebilirler.
Hint ve Pencap diasporaları üzerinden gerek ekonomik, gerekse siyasi etkiler Avrupa ve Amerika’da hissedilecektir.
Savaş, bölgedeki diğer azınlık gruplar üzerinde de baskı ve asimilasyon politikalarını tetikleyebilir.
Dini azınlıkların göçü, bölgesel ve küresel düzeyde yeni toplumsal problemlerin kapısını aralayacaktır.
Küresel sivil toplum kuruluşları, insani yardım, psikososyal destek ve yeniden yapılanma faaliyetleri için adeta bir seferberlik başlatacaktır.
İklim değişikliği, savaş sonrası ekosistem tahribatını artıracak ve Güney Asya’nın çevresel kırılganlığını güçlendirecektir.
Savaş sonrası kentlerin yeniden inşası için milyarlarca dolarlık kaynak arayışına girilecek, küresel finans sistemine yük binecektir.
Eğitim ve sağlık alanlarında yaşanacak dramatik gerileme, hem bölgesel hem de küresel düzeyde kalıcı bir kriz oluşturacaktır.
Göçmen kampları ve şehir içi yıkım bölgeleri, yeni salgın hastalıkların hızla yayılabileceği ortamlar olarak risk teşkil edecektir.
Savaş ortamı, kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere kırılgan grupların insan hakları ihlallerine karşı daha savunmasız hâle gelmesine sebep olacaktır.
Çatışmanın ardından ortaya çıkacak olan ruhsal travmalar, yıllarca bölge halkları üzerinde kalıcı etkiler bırakacaktır.
Ekonomik istikrarsızlık nedeniyle işsizliğin artması, sosyal huzursuzluğu ve suça eğilimi besleyecektir.
Eski savaşan unsurların toplumda entegrasyonu, Güney Asya için yeni "barış ve uzlaşma" projelerini zorunlu kılacaktır.
Bölgedeki sosyal dokunun restorasyonu, uluslararası kuruluşların uzun vadeli programlarıyla mümkün hâle gelebilecektir.
Müteakip on yıllarda oluşacak "yeni nesil" politik liderler, savaşın ağır dersleriyle şekilleneceklerdir.
Savaş sona erdiğinde bile, düzensiz göç akınlarının ve yıkımın etkisi, komşu ülke ve kıtalarda gündemde kalmaya devam edecektir.
Ulusal savunma bütçeleri savaş sonrasında dahi yüksek seviyelerde seyredecektir; bu da sosyal refah yatırımlarını sınırlandıracaktır.
Savaş sonrasının "ekonomik toparlanma" süreci, geniş uluslararası borçlanma ve dış yardım gereksinimini beraberinde getirecektir.
Savaşın tetikleyeceği ekonomik daralma, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika gibi pazarlarda da büyümede yavaşlamaya neden olabilecektir.
Özellikle teknoloji ve hizmet sektörlerine bağımlı olan bölgeler, Hint altkıtasındaki belirsizliklerden doğrudan etkilenecektir.
Uluslararası üniversiteler ve bilimsel araştırma merkezleri, bölgeyle ilişkilerini askıya alabilir ya da yeniden yapılandırma yoluna gidebilirler.
Savaş sonrası, ulusal kimlik ve tarih müfredatı üzerinden yaşanacak kutuplaşmalar, toplumda barış ve uzlaşma çabalarını zorlaştıracaktır.
Kapsamlı imar faaliyetleri, dünyadaki inşaat sektörü ve hammade tedarik zincirlerini baskı altına alacaktır.
Güney Asya'nın büyük kentlerinde can kayıpları ve altyapı çöküşü, modern şehirleşme modellerinin sorgulanmasını başlatacaktır.
Bölgesel güvenlik mimarisi, krizin ardından yeni kurum ve mekanizmalarla yeniden şekillendirilecektir.
Bölge dışındaki devletler, gerek güvenlik gerekse ticari ilişkiler açısından Güney Asya politikasında revizyona gideceklerdir.
Savaş ortamı, kadınların eğitim/istihdamdan uzaklaşmasına ve çocukların uzun vadeli toplumsal maliyetlerle karşılaşmasına yol açacaktır.
Çatışmanın ardından gelecek teknolojik yenilikler, savaş sırasında geliştirilen güvenlik ve sağlık çözümlerinin sivil alana yayılmasıyla mümkün olabilecektir.
Savaşın medya yansımaları, küresel insani duyarlılık ve dayanışma kültüründe dalgalanmalara sebep olacaktır.
Dünya kamuoyunda savaş karşıtı hareketler, büyük oranda Hindistan ve Pakistan üzerindeki baskıyı artıracaktır.
Uluslararası hukuk kurumları, savaş suçları ve insan hakları ihlalleri konusunda yeni soruşturmalara ve yargılamalara girişecektir.
Kültür ve sanat alanında savaşın trajik yansımaları, uzun yıllar boyunca edebiyat, sinema ve diğer sanat dallarında işlenecektir.
Bölgenin geçmişteki çokkültürlü, çok dinli yapısı, savaştan sonra daha tek tip ve içine kapanık hale gelebilir.
Uzun vadede, sosyal barış ve sürdürülebilir ekonomi politikalarının tesisi, küresel kalkınma kuruluşlarının ana gündemlerinden biri olacaktır.
Güney Asya’daki savaş, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin ulaşılmasını önemli ölçüde tehlikeye atacaktır.
Her iki ülkedeki kamuoyu, liderler üzerinde barışa yönlendirecek kolektif baskı uygulayabilir.
Krizin medyatikleşmesi, hem barış hem de kutuplaşma kampanyalarının yayılmasını kolaylaştıracaktır.
Savaş sonrası ortaya çıkabilecek uluslararası yardım faaliyetleri, küresel dayanışma anlayışının sınandığı bir platforma dönüşecektir.
Güney Asya’daki ekosistem tahribatı ve iklim değişikliği sorunları, bölgeyi ve dünyayı kıtlık, su savaşları ve çevre felaketleriyle karşı karşıya bırakabilir.
Hindistan ve Pakistan arasındaki olası savaşın, uluslararası hukuk ve normlar üzerindeki etkisi, yeni kriz yönetişimi modellerinin geliştirilecek olmasında kendini gösterebilir.
Uluslararası finans sistemlerinde, yeni güvenlik mekanizmaları ve kriz sinyali izleme sistemleri hayata geçirilecektir.
Savaş, Güney Asya uzmanları ve barış inşası aktörleri için yeni analiz ve arabuluculuk yöntemlerinin geliştirilmesine yol açacaktır.
Toplumların savaş sonrası travmalarının nasıl yönetileceği, psikoloji ve sosyal bilimlerin araştırma gündemini belirleyecektir.
Yeni şehir planlama, afet yönetimi ve sosyal dayanıklılık projeleri, küresel ölçekte örnek olarak görülecektir.
Savaş mağdurları için uzun süreli rehabilitasyon projeleri hayata geçirilecek ve sivil toplumun önemi artacaktır.
Her iki ülkenin eğitim sistemleri, barış dili ve uzlaşma kültürünün temel taşı olarak yeniden düzenlenecektir.
Savaş, bölgedeki genç liderlerin barış ve demokrasi uğruna yeni hareketlere öncülük etmesine zemin hazırlayacaktır.
Tüm bu etkiler ışığında, Hindistan ile Pakistan arasında çıkacak bir savaşın, yalnızca iki ülkenin değil, tüm dünyanın güvenliğini, barışını ve kalkınma umutlarını doğrudan tehdit edeceği açıktır.
Bu nedenle barış, diyalog ve karşılıklı güven inşası, mevcut ve gelecek nesiller için kaçınılmaz bir zaruret arz etmektedir.
Sonuç olarak, Hindistan ve Pakistan arasında çıkacak bir savaş, uluslararası toplumun kolektif hafızasında derin bir iz bırakacak ve küresel sistemin sınandığı bir döneme damgasını vuracaktır.
Yorumlar